Sinema sanatı 20. Yüzyılda gelişmiş, kendinden önce yaygınlık kazanmış bulunan resim, heykel, müzik, mimarlık gibi çeşitli sanat dallarına dayalı, büyük teknik beceri gerektiren karmaşık bir sanattır.
İzleyiciyi karartılmış bir salonda perdeye yansıyan kendi somut gerçekliğiyle etkiler. Saydam bir film şeridi üzerindeki görüntüler ışığın yardımıyla bir perdenin üzerine art arda düşürüldüğünde, gözümüz bu görüntüleri hareket ediyormuş gibi algılar. Bunun nedeni beynin, gözün ağ tabakası üzerine düşen görüntüyü, görüntü yok olduktan sonra kısa bir süre daha saklamasıdır. Ağ tabakadaki yansıma gerçekten göründüğü süreden daha uzun bir süre algılandığından, bir cismin görüntüsü kaybolmadan öbür cismin görüntüsü ağ tabakaya düşerse, film karelerinden göze yansıyan her görüntü birbirinin devamı olarak, yani hareket ediyormuş gibi görünür. Bu beynin yarattığı görsel bir hareket yanılsamasıdır.
“gözlerimiz kusursuz olsaydı, sinema olmazdı”
Bu söz bilimsel olarak sinemanın icadının tek koşulunu açıklıyor. Sinema, bir olayı yada öyküyü bu yöntemle anlatmaya dayanan görsel bir sanat dalıdır.
Görüntülerin kaydedildiği film şeridi saydam bir madde olan selüloitten yapılmıştır. Görüntüler filmin üzerine sinema kamerasıyla kaydedilir.
Hazırlanan film laboratuvarda çeşitli işlemlerden geçirildikten sonra gösterime hazır duruma gelir. Bir film makarasına sarılarak projeksiyon makinesine takılır. Makara belirli bir hızla dönerken, projeksiyon makinesinden çıkan ışık filmi aydınlatarak, hareketli görüntüler biçiminde perdenin üzerine yansıtır.
Günümüzde sinema filmlerinde 1 saniyede 24 kare görüntü gösterilmektedir. Sinemanın ilk yıllarında çekilen sessiz filmlerde ise 1 saniyede ancak 16 kare görüntü gösterilebilmekteydi. Sessiz filmler bugünkü gelişmiş aygıtlarla gösterildiğinde figürlerin çok hızlı hareket etmeleri de bu yüzdendir.
Film çekme aygıtı olan kamera, fotoğraf makinesi ile aynı ilkelere dayanarak çalışır. Ama fotoğraf makinesinden en önemli farkı görüntüleri belli zaman aralıklarıyla ve son derece hızlı bir biçimde film şeridinin üzerine kaydetmesidir.
Kullanılan film şeridine göre sinema kameralarının başlıca 70 milimetrelik, 35 milimetrelik, 16 milimetrelik ve 8 milimetrelik türleri vardır.70 milimetrelik kameralar büyük ve görkemli görüntüler elde etmek için, 16 milimetrelik hafif kameralar bazı özel çekimlerde ve belgesel filmlerde, 8 milimetrelik kameralar amatörlerce kullanılır. Sinema filmleri genellikle 35 milimetrelik kameralarla çekilir.
İlk film cihazına büyülü fener (lanterne magique) denmişti.
Büyülü fener küçük boyutlarda ve tek kişinin izleyebilecegi görüntü karelerini bir ışık kaynağı (genelikle gaz lambası) ve lenslerden oluşan bir aygıt sayesinde, duvara yansıtarak izlenebilir hale getirmiştir. Büyülü fener adlı aygıtın çalışma prensibini, 16.yüzyılda leonardo da vinci “camera oscura” (karanlık oda) fikrini ortaya atarak başlatmıştır. Bir asır süresince geliştirilen bu fikire son halini Avusturyalı Kircher vermiştir.
İlk kez, 1671’de cizvit Athanasius Kircher tarafından “Ars Magna Lucis Et Umbrae” isimli eserde tanımlanmıştır. Kircher’in yeni bir buluşu tanıtmaktan ziyade zaten var olan bir aygıtı tasvir ettiği kabul görülür. O dönemde, bir gaz lambası ve mercekler yardımıyla cam plakalar üzerine çizilmiş görüntüler uygun bir yüzeye yansıtılabiliyordu. Bu nedenle, büyülü fener modern slayt makinasının atası kabul edilmektedir.
19. Yüzyılda ingiltere’de büyülü fener’leri ile seyahat eden ve çok sayıda slaytı arka arkaya halka izlettiren kişiler ortaya çıktı. Bu dönemde slaytlarla birlikte özel efektler de kullanılmaya başlandı. O dönemdeki en meşhur izlence “rat-swallower”dı. Bu izlencede fareler uyuyan bir adamın ağzına giriyordu.
Ve film böyle başladı tarihsel gelişimi içerisinde elimden geldiğince sade ve yalın bir dille filmin öyküsünü sizlere aktarmaya devam edeceğim.