Türk sinemasının doğum günü, ülkenin 1. Dünya Savaşı’nın karmaşasıyla boğuştuğu döneme rastlıyor. 11 Kasım’da ülke resmen savaşa girdikten 3 gün sonra çekilen ilk film, Osmanlı’nın 93 harbi’nde Ruslara karşı yenilgisinin acı bir hatırası olan Ayastefanos’daki (yeşilköy) Rus Abidesi’nin yıkılışını belgeleyen film oldu.
Yeşilköy’deki bu anıtın dinamitle havaya uçurulmasını görüntülemek için Avusturyalı Sacha Messter firmasının teknisyenleri istanbul’a gelirler. Yeşilköy’deki anıtın etrafında toplanan halk ise anıtın havaya uçurulmasının görüntülenmesini yabancıların değil Türklerin yapması gerektiği şeklindeki arzularını dile getirerek, hep bir ağızdan “bu anıtın yıkılışını yabancılar değil bir türk filme çekmelidir.” derler.
Bu görev ise o sırada orada bulunan sinema tutkunu Fuat Uzkınay, düşer. Uzkınay, o güne kadar bir kez bile film çekme aygıtını kullanmamış, sadece ustası Weinberg’den projeksiyon makinesinin nasıl kullanılacağını öğrenmişti. Halkın bu isteği karşısında yapılacak bir şey olmadığını anlayan Avusturyalı teknisyenler Uzkınay’a nasıl kullanacağını öğretirler. Uzkınay’da bu aleti kullanarak, Türk sinema tarihinin ilk belgeselini çeker. (Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin yıkılışı) Bu 150 metrelik dev anıtın yıkılıp tarihe gömülmesi Türk sinemasının da doğuşu olur.
Bu filmin aslının hiç bir zaman bulunamamış olması gerçekten çekilip, çekilmediğine dair kuşkuları da beraberinde getirmiştir. Ve bu kuşkular sinema tarihimizin en uzun süren tartışmasını sebep olmuştur. Resmi tarih Fuat Uzkınay’ın 1914 yılında çektiği “Ayastefonas’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” filmini ilk Türk filmi kabul etse de bir kısım sinema tarihçileri filmin aslı ortada olmadığı için Osmanlı tebasından olan Manaki kardeşlerin 1911’de Sutan V. Mehmet’in (Reşat) Bitola (Manastır) ziyaretini belgeleyen filminin, Türk sinemasının ilk filmi olduğunu iddia ederler.
Bu filmin hikayesi ise şöyle gelişiyor
Olay 1911 yılında Makedonya’nın Manastır (bitolo) kentinde geçiyor. Korumalar Milton Manaki’yi ve acayip kutusunu olay yerinden uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Bu arada Padişah hızlı yürüyünce Milton Manaki’ arkadan “padişahım yavaş yürüyebilir misiniz?” diye sesleniyor. O zamanlarda asla kabul edilemeyecek bu davranış karşısında korumalar bu hadsizlere cezalarını verecekken; Sultan Reşat ünlü “bırakın çocuklar oynasın” lafını söylüyor.
Manaki kardeşlerin bu acayip kutusu 1911 yılından günümüze belgeselleri taşımış 300 no’lu Charles Urban marka kameradır.
1920 lerin 2 nci yarısında Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Türkiye de ise az da olsa drama türünde sessiz film örnekleri görülmeye başlandı. Genelde bu filmlerdeki oyuncularda İstanbul Şehir Tiyatrosu oyuncularından oluşuyordu. İstanbul oyuncularının Türk sineması üzerindeki hâkimiyetleri 1950’li yıllara kadar sürüyor. Genellikle bu filmler Türk sinemasının 20 nci yüzyılın ilk yarısına damgasını vurmuş olan Muhsin Ertuğrul tarafından çekilmiştir.
Bu dönemde Atatürk de yurt dışından çok sayıda sinemacıyı ve sanatçıyı da Türkiyeye davet ederek Türk sinemasının ilk temellerini atmış ve bu yönetmenlerin bazılarına filmler çektirmiştir. Rus yönetmen Sergei Yutkevich tarafından çekilen Türkiyenin Kalbi Ankara isimli belgesel bu dönemin güzel örneklerinden biridir. Bu film 8mm olarak çekildi ve 135 dakikadır.
Ulu önderimizin her zamanki öngörüsü sinema konusunda da şaşmamış ve sinema için de söyle demiştir.
“Sinema öyle bir keşiftir ki, bir gün gelecek barutun, elektriğin ve kıtaların keşfinden çok, dünya medeniyetinin veçhesini değiştireceği görülecektir. Sinema, dünyanın en uzak köşelerinde oturan insanların birbirlerini sevmelerini, tanımalarını temin edecektir. Sinema, insanlar arasındaki görüş, düşünüş farklarını silecek, insanlık idealinin tahakkukuna en büyük yardımı yapacaktır. Sinemaya layık olduğu ehemmiyeti vermeliyiz.”