Bu sene yaz tatilim epey hareketli geçti. Yaz duraklarımdan biriside Ölüdeniz di. O kadar yolu arabayla göze alamayıp uçakla gitmeye karar vermiştik. Amerika’da kilometrelerce arabayla seyahat etmek büyük bir keyifken, maalesef Türkiye şartlarında hem eziyet hem de tehlikeli.
Uçağımızın Dalaman’a iniş yapmasıyla tatil başlamış oldu. Dalaman’dan Fethiye’ye HAVAŞ’lardan istifade ederek ulaşabileceğiniz gibi 120 TL ye taksiyle de gidebilirsiniz. Biz HAVAŞ’ı tercih ettik tabi ki 🙂 ama en doğru yapılacak iş arabasız Fethiye’ye gitmişseniz bir araç kiralamak olacaktır.
Fethiye şehir merkezine ulaşmamızı müteakip Ölüdeniz’e ulaşmak için her beş dakikada bir kalkan dolmuşları kullanabileceğiniz gibi taksiyle de ulaşımı sağlayabilirsiniz. Taksi 40 TL civarı sizi Ölüdeniz’e götürüyor. Tam taksiye binmek üzere bakınırken önümüzde duran ölüdeniz dolmuşunun muavininin “ölüdeniz mi abla” sorusuyla irkildim gideceğimiz oteli öğrenince önünden geçiyoruz gelin deyip valizlerimizi kaptığı gibi dolmuşun içine yüklemesiyle şaşkınlıkla kendimizi dolmuşta bulduk. Aman diyeyim siz bulmayın. Fethiye ölüdeniz arası 12 km gibi bir mesafe olmasına karşın yaklaşık 20-25 dakika sürmesi gereken yolculuk tam 45 dakika sürdü. Üstelik dolmuş şoförleri son derece kaba. Bu kadar turistin olduğu bir yerde böyle kaba saba insanların hizmet veriyor olması ise ayrı bir handikap zaten. Dolmuş ücreti 5 tl Turistler buralardaki dolmuşlarda kendilerine göre bir sistem geliştirmişler paralarını inerken ödüyorlar ve kimi zaman Türkçe konuşuyorlar. Sanırım bir kısmı yerli halk olmuş bile. Ve lahavle çekerek 45 dakika bu işkenceye maruz kaldım. Sonradan öğrendiğime göre çok fazla dolmuş olduğu için kendi aralarında belli bir sürede Ölüdeniz’e varmak için anlaşmışlar ve buda otoyolda bile 30 km den fazla sürat yapmamaları adım başı durmaları anlamına geliyor. Sakın ha sakın aldanıp binmeyin benden size tavsiye.
Tatil için seçtiğimiz nokta sevgili Şahin Bey’in de tavsiyesiyle Turquoise Otel‘di. Bu stres dolu yolculuktan sonra güç bela otelimize ulaştığımızda daha otel girişinde bizi sıcacık gülümseyişleriyle karşılayan otel personeli bir nebze olsun moralimizi düzeltti. Eşyalarımız resepsiyona taşınmış, odamız çoktan hazırlanmış bizi bekliyorlardı. Bu tarz bir muamele en başta kendinizi çok özel hissettiriyor. Odamızın son bir kez gözden geçirileceğini eşyalarımız odamıza çıkarılırken bir kahve içebileceğimizi söyleyerek bizi havuz başındaki restorana aldılar. Sinirlerim tavan yapmış olan ben bu teklife balıklama atladım.
Kahvelerimizi içtikten sonra bir komi eşliğinde odamıza çıktığımızda kötü geçen yolculuğumuzun izleri neredeyse tamamen silinmişti. Son derece şirin bir bahçeye ve havuza bakan otel odamız son derece temiz, ferah ve soguktuuuuu 🙂
Bu benim Ölüdeniz’e ilk gelişimdi. Hemen mayoları giyip tatil moduna girdik. Gelmeden Ölüdeniz hakkında küçük bir araştırma yapmıştım tabi ki 2006 yılında büyük bir çoğunluğun oyları ile dünyanın en güzel kumsalı seçilen bu kumsalı bir an önce görmeliydim.
Bölge turizm açısından oldukça gelişmiş. Ben neden buraya daha önce gelmedim diye epeyce hayıflandım. Otelimizin Ölüdeniz’de anlaşması olan Sea Horse plajına kişiye özel müşteri servisi her daim mevcut sabah 8.00 dan öğlen 12.00 a kadar her dakika ben plaja gitmek istiyorum dediğinizde zaten 2-3 km mesafede olan plaja hemen servis çıkarıyorlar bu aralıkta dilediğiniz zaman gidip gelebiliyorsunuz. Öğleden sonra dönüşleri ise 3 den sonra başlıyor ve her dakika plajdan otelinize ulaşım sağlayabiliyorsunuz. Ölüdeniz kıyısı zaten milli park kapsamında olduğu için plajlar dışında öyle denize sıfır otel filan yok. Kirliliği önlemek ve bu harika doğayı korumak adına bu karar çok yerinde olmuş. Umarım bunu bu şekilde devam ettirebilirler.
Turquoise Otel Ölüdeniz’de oteller bölesinde her şey dahil olarak hizmet veren otellerden biri. İnsanların tatil beklentileri farklılık arz edebilir. Ama her şey dahil sistemle çalışan bir otele gitmişseniz olmazsa olmazlarınız vardır mutlaka. Tertemiz odalar, her gün muntazaman yapılan oda temizliği, güzel yemekler, şezlong kalır mı endişesi duymamak vs vs.. Bu standartları sonuna kadar ve en kalitelisinden Turquoise Otel’de bulabileceğinizi söyleyebilirim.
Doğrusunu söylemek gerekirse her şey dahil sistemin Türkiye’de biraz cılkı çıktı. İlk iki günden sonra otelin lokantasına girmek bile istemiyor insan. Daha önceki her şey dahil tatillerimden yola çıkacak olursam bende çoğu zaman aynı duyguyu yasadım. Turquoise Otel`in sevgili aşçılarını bu anlamda tebrik etmek isterim. Hele tatlı ustasını hala anıyorum. Tüm kış uğraşıp verdiğim kiloları 4 gün gibi bir surede geri aldırmayı nasıl basardı hala anlayamıyorum. Fakat o muhteşem incir tatlısı gözlerimin önüne geldiğinde yine olsa yine yerim demeden edemiyorum. Öğlen yemeği olarak sıcak yemek tercih etmiyorsanız da öğlen 12.00 dan aksam 17.00 a kadar tüm gün size hizmet veren fast food imdadınıza yetişiyor. Gün içindeki 5 çaylarına eşlik eden kekler, dondurma servisleriyle her şey dahil sistemin tüm nimetlerini bir arada bulabiliyorsunuz. Akşam alternatifiniz ise Alacarte, deniz mahsullerinin yanı sıra bir birinden güzel yemekleri ve şaraplarından küçük bir ücret karşılığı faydalanmanız mümkün.
Turistlerin bizim kültürümüzde en hayran oldukları şeylerden biride sanırım Türk hamamıdır. Turquoise Otel’de tabi ki buda unutulmamış masaj, kese hizmeti alabileceğiniz oldukça güzel ve sıcak bir Türk hamamı da tesisin içinde mevcut. Genellikle böyle tesislerde hamam biraz soğuk olur. Hamam kültürüne sahip biz Türkleri pek memnun etmese de turistler için daha ideal oluyor diye böyle soğuk tutuyorlar diye düşünmüşümdür hep. Fakat sizi garanti ederim ki hamam hizmeti de tam bizim keyfimize göre.
Fakat Ölüdeniz’in güzelliklerini kaçırmak istemiyorsanız otelde fazla zaman geçirmemenizi tavsiye ederim.Turquoise Otel gel benim keyfimi çıkar derken bir taraftan da Ölüdeniz beni keşfetmen lazım diye çığlık atıyor. Bu ikilem arasında ne yapacağınızı şaşırabilirsiniz.
Fethiye Ölüdeniz bölgesi baştan başa keşfedilmesi gereken bir bölge. İşte tamda bu yüzden, tatil en az 1 hafta, hatta daha uzun olmalı. Jeeplerle çılgın safarilere çıkabilir, Babadağ’ın zirvesinden kendinizi Ölüdeniz semalarına bırakabilir, Saklı Kent’te her köşe başında sizi mest edecek muhteşem bir kanyon yürüyüşü yapabilir ve her gün çıkan tekne turlarıyla Ölüdeniz’in o muhteşem koylarını keşfedebilir ve dalış yapabilirsiniz. Tabi ki de hepsini yaptım. 🙂 Bu aktivitelerin ayrıntılarını devam yazılarımda bulacaksınız.
Akşam tatlı bir yorgunlukla otelinize döndüğünüzde de sıcacık gülümseyişleriyle sizi memnun etmek için etrafınızda pervane olan otel ekibinin keyifli sunumlarıyla kendinizi prensesler gibi hissedeceğinizi garanti ederim.
Yihhuuu!!! Artık tatildeyiz moduyla hemen resepsiyona indik ve plaja gitmek istediğimizi söyledik. Bizim için çağırılan servis 5 dakika içinde kapının önündeydi. Ölüdeniz keşif turumuz başlamıştı artık. Blue Lagoon Sea Horse diye tanımlanan otelimizin anlaşması olan plaj son derece temiz ve bakımlı burada şemsiye ve şezlong için diger ziyaretçilerden ücret alınıyorken sizden alınmıyor. Burası cennet olmalı dedirten bir doğa. Defalarca kendi kendime kızıp durdum “o kadar dünyayı gezdin buraya nasıl daha önce gelmezsin” diye
Ölüdeniz, adı gibi durgun bir göl gibi, hemen ön tarafında sahil dalgalarla boğuşurken burada tek bir kıpırtı dahi yok. Bu kadar durağan bir suyun pek temiz olması beklenmez dimi? Cevabınız evet olmalı 🙂 ama işte burada yanıldınız. Bu muhteşem yer inanılmayacak kadar temiz ve deniz o kadar canlı ki hemen kıyıda ellerinizle balık beslemeniz, türlü deniz canlısıyla karşılaşmanız mümkün. Ağzınız bir karış açık bu muhteşem doğaya hayran oluyorsunuz. Bundan önce bir kez Yellow Stone’da bu duyguya kapılmış ve “Tanrım dünya aslında ne kadar muhteşem bir yer” demiştim. Aynı cümleler Ölüdeniz içinde dudaklarımdan dökülüverdi.
Nasıl bu kadar temiz olduğuna akıl sır erdiremeyip hemen küçük bir araştırma yaptım tabi ki.Yoğun kaynak suyu çıkışları, dipte içeriden açıkdenize doğru bir akıntı yaratıyormuş ve bu kaynak sularının yarattığı tuz farkından dolayı açıkdenizden içeriye ve dışarıya devamlı bir sirkülasyon oluşuyormuş. Birde gel-git etkisi ile iki-üç günde bir deniz ortalama yarım metre yükselip alçalıyormuş. Bu da büyük miktarda deniz suyu giriş ve çıkışı sağladığından her daim canlı ve temiz kalması mümkün oluyormuş. Gerçekten de bu akıntıyı biraz dibe dalarsanız sizde hissedebiliyorsunuz. Hatta tekne gezimiz esnasında mola verilen soğuk su denilen noktada şaşkınlık ve hayranlık arasında kalıverdim. Adaya demir atan tekneden suya atlamanız la birlikte dondurucu su sizi şaşkına çeviriyor. Öyle böyle soğuk bir su değil. Kaz dağlarında Hasan Boğuldu’da suya ayağını sokabilmiş olanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır. 3 dakika içinde vücudunuz uyuşuyor adaya doğru yaklaştıkça suyun kaynağına doğru gidiyorsunuz ve su iki kat daha soğuk oluyor. İnanılmaz bir doğa mucizesi, denizin içinden oluk oluk deniz suyuna karışan tatlı su. Temizliğiyle, doğasıyla baştan başa sizi büyülüyor Ölüdeniz. Umarım hep böyle kalır çünkü inanılmaz güzel bir doğa.
Bir kısmı milli park kapsamına alınmış bile zaten. Milli park olan bölümü de görmek üzere plajdan ayrıldık. Milli parka giriş ücretli. Tam 5 TL. öğrenci 2.5 TL olarak fiyatlandırılmış. İçerisi benim bugüne kadar Türkiye’de gördüğüm en temiz milli parktı desem hiç abartmış olmam. Sahil boyunca duşlar, tuvaletler ve birbirinden şirin cafeler var.
Akşam olmuştu ve otelimizde bizi bekleyen gece aktivitelerine katılacak bir miktar enerji depolamak ve dinlenmek üzere otelimize doğru yola koyulduk. Turquoise Otel’de her gece bir aktivite var. Bizim gittiğimiz dönemde genellikle çocuklu ailelerden oluşan misafir profili vardı. Çocuklar içinde bu oteli harika bir oyun parkına çeviren otel ekibini tebrik etmek lazım.
Bu arada otelin harika iki maskotu var Tonny ve Jonny 🙂 ikisi de nefis birer Alman Kurt Köpeği. Günün tamamına yakınını serin lobide gelen misafirleri karşılayarak geçiriyorlar.
Otelin ön büro müdürü Güler hanımla yaptığımız sohbet esnasında otelin 1997 yılında ilk kez faaliyete geçtiğini ve iki yıldır da her şey dahil olarak hizmet verdiklerini anlattı. Otelin %60 müşteri profili İngilizlerden oluşuyormuş. Fethiye bölgesinin geneline baktığınızda da turist profili genelde İngilizlerden oluşuyor. Hatta pek çoğu turist olmaktan çıkıp yerli halk olmuş bile. İngilizlere mülk satışı had safhada. Ev fiyatları genelde pound olarak listelenmiş.
Turquoise Otel’e bir gelen bir daha geliyormuş. Tekrar misafirler, gerek otel personeliyle kurdukları samimi diyaloglar, gerekse hal ve hareketleriyle, hemen kendilerini belli ediyor zaten. Aslına bakarsanız bir iki günden sonra neden tekrar burayı tercih ettiklerini anlamak hiç de zor değil. Bölge muhteşem, otelde verilen hizmet çok kaliteli ve güler yüzlü, hal böyle olunca da kimi zaman ne hayallerle çıktığımız fakat burnunuzdan gelen tatilleri düşünecek olursak insanların sürpriz istemiyor olmaları normal.
Güler Hanım “burası bizim iş yerimiz gibi değil evimiz gibi oldu artık, gelen misafirlerde bizim konuklarımız” diyor. Bu da doğal olarak sizi son derece rahat ettiriyor. Babası da turizm sektöründe olan Güler hanımın çocukluğu bu bölgede geçmiş. İçten içe onu kıskanmadım desem yalan söylemiş olurum.
Tamamına yakını neredeyse yabancı olan otel müşterilerinin bizim damak tadımız la belkide ilk buluşma noktası olan yemeklere ayrıca özen gösterdiklerini anlattı Güler Hanım. Gerçekten de 4 günlük tatil sonucu aldığım 3 kilo bunun en güzel ispatıydı.
O kadar dolu dolu o kadar güzel bir tatil geçirdik ki bunun için Ölüdeniz’in o muhteşem doğasına ve bu güzel doğa ile bütünleşmiş sıcacık, güler yüzlü, biz rahat edebilelim diye canla başla çalışan Turquoise Otel’in müthiş ekibine çok teşekkür ederim. Ölüdeniz’i görmediyseniz büyük kayıp. Turkuaz renginde tatiller dilerim hepinize…