Bugün duyduğum şehit haberleri yine yüreğimin taa içindeki pek çok acıyı canlandırdı. Ve bu yazıyı yazmaya karar verdim. Gencecik bir kız olarak gittim Erzurum’un OLTU ilçesine umutlarım, heyecanlarım, özlemlerim vardı. Vatan görevi dediler gittik. Oysa sadece 21 yaşındaydım. Otobüste yalnız o kocaman dağların arasından Oltu’ya doğru yol alırken. Ailemden ve sevdiklerimden uzaklaşmanın isyanı içerisinde gözyaşları döküyordum. Ağlama dedi yanımdaki teyze çok güzeldir bizim oralar. Rengârenk dağlarımız vardır dedi. Gerçektende öyleydi Oltu’ya yaklaştıkça dağlar cidden rengârenk olmuştu. Bir kurban bayramı arifesiydi. Yeni evlenmiştim ve sevdiğim beni orda bekliyordu. Kaderim dedim gittim.
Oltu’da yeni bir hayatı kurmak için eşimin elini sıkıca tutup bir düzen kurmaya başladık. Kışların çok ama çok sert geçtiği bir iklimde ve ufuk çizgisinin olmadığı bir zamandaydım. Gerçektende etrafı dağlarla çevrili Oltu’da ufuk çizgisi yoktu. Lojman tadilatını beklerken kaldığımız misafirhanenin bahçesinde bayram günü ağlarken genç bir üsteğmen yaklaştı. “Ablacım ağlama dedi”. Sonra bana hemen arkamdaki dağda bir şeyi işaret ederek “bak şunları görüyor musun dedi”. İçimden kendisine iyi dileklerimi ileterek yavaşça başımı kaldırıp dağa baktım. “Görüyor musun keçileri dedi” dağ keçileri geziniyordu. “evet” dedim ters ters. “Seneye o keçileri bir daha göreceksin. Eğer keçileri kaçırmazsan ondan sonraki senede buradan gidersin” dedi. Gülsem mi yoksa bağıra bağıra ağlasam mı bilemedim. Ama bu sözü de hiç unutmadım.
Oltu’da zor du yaşam sebze, meyve bile bulmak zordu sene 1989 pazara bezelye gelmesi olay olurdu koşa koşa pazara giderdim içi tane bile olmamış bezelyeden bende alabilmek için. Hiç hamburgeri özlediniz mi siz? Anneciğimin Ankara’dan gönderdiği hamburger ekmeklerine kendi yaptığım köfteleri koyarak evde hamburger partisi yapardık arkadaşlarımızla. Hepimizin yaşı 20-27 arasında. Kimi İstanbullu kimi Ankaralı kimi İzmirli. Bu gün bu büyük şehirlerde yaşayan pek çok çağdaş genç gibi yani. Evimizin beton zemini kışları buz tutardı. Çeşmelerimizde tabi. Lojmanın saçaklarından bir adam boyundan fazla buzlar sarkardı işe gitmek için evden çıktığımda birisi başıma düşmesin diye koşarak geçmeye çalışırdım altlarından. İlk yıl bu şokla geçti ve bahar geldi. Baharda güzeldi Oltu yemyeşil olmuştu ve dağları rengârenkti. Lojmanın arka bahçesine çilek ektim. Gidip gelip bakıyordum çileklerime tek neşe kaynağım olmuşlardı. Hakkârili bir asker vardı adı Halit. Çileklerimiz kırmızı kırmızı olmaya başladığında bir gün Halit yanıma yaklaşarak “bunlar ne olacak abla” dedi. Hiç çilek görmemiş ve yememişti. 1.90 boyunda iri yarı kocaman bir adamdı Halit.
Halit’in nöbet tuttuğu bir gece silah sesleri duyuldu. Lojman cadde üzerindeydi ve yere yakın camları vardı hamileydim. Eşim korku içinde beni savurup yere yatırdı ağlıyordum. Korkmuştum!… Eşim beni sürükleyerek koridora çekti ve apar topar giyinip silahını alıp evden çıktı. Karanlıkta karnımdaki minik Dilara’mla kalakalmıştım. Hiç böyle bir korkuyu yaşadınız mı siz? Ağlıyordum hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Eşim dışarıdaydı kaçıp saklanmamıştı. Ona emanet edilen askerlerinin yanına koşmuştu. Karanlıkta yalnızdım bana destek olur belki diye ya da koruma içgüdüsüyle karnımdaki minik bebeğime sarılmış ağlıyordum. Epey bir süre geçtikten sonra eşim döndü. Bıraktığı yerdeydim ve hayatımda hiç bir şey beni o an onu sağ salim görmekten daha mutlu edemezdi. Beni güvenliğe aldıktan sonra tekrar gitti ve sabaha kadar dönmedi. Halit yaralanmıştı. Çilekleri yiyemeden gitti Halit.
Ardahan Tugayında görev yapan iki PKK lı nizamiyedeki iki Astsubay ve dört eri şehit ettikten sonra Oltu’ya kaçmıştı. Oltu halkı teröristleri barındırmamış ve çatışma çıkmıştı. Bu arada nöbet tutarken gördükleri Hakkarili Halit’i de kurşunlamışlardı. Ertesi gün cenazeler Oltu’ya geldi Ay yıldızlı bayrağa sarılı altı tabut. Şehrin meydanında tören yapıldı. Altısı da yan yana dizilmişti gözyaşlarımız sel olup aktı.
Yaz gelmişti, genç arkadaş grubumuz ramazan ayının ilk günü iftar sofrasında gelen bir haberle allak bullak oldu. Güneydoğuya gidecek tabur belli olmuştu. Arkadaşlarımızın olduğu tabur bir ay içerisinde gidecekti. İftar sofrası bir anda hüzün sofrasına döndü. Gencecik pırıl pırıl insanlar. Yeni bebekleri olanlar, bekâr olanlar, yeni evli olanlar. Bir anda gözler doldu, bir anda hüzün her yanı sardı. Onları uğurladığımız gün Boğaziçi iktisat mezunu olan arkadaşım Hale kollarımda bayıldı. Gencecik bir Teğmenin arkasından el sallıyordu. O gençlerden pek çoğu dönmedi. Dönenlerse bir daha asla eskisi gibi olmadı.
Fakat hayat ne şartlarda olursa olsun devam ediyordu. Minik kızım hayata merhaba demişti. Hem de bir Ocak gecesi yerde dört metre kar varken. Böyle yerlerde insanlar birbirlerine tutunuyor. Arkadaşlarınız aileniz, en yakınınız oluyor. Hastanede sanırım 30 kişi vardı ve çok nadir güzellik yaşadığımız bir ortamda bu doğum günün en güzel etkinliğiydi.
Nihayet Oltu’dan ayrılma vakti gelmişti. Ve bu dönemde yaşadığım bu anı ömrümün sonuna kadar hafızamdan çıkmayacak kadar derin izler bıraktı bende.
Kızım 8 aylık olmuştu. Dünyalar tatlısı bıcır bıcır bir şeydi. Balıkesir’e gidecektik. O ayaklarımın arasında dolaşırken ben bir yandan eşya toplamaya çalışıyordum. Tabi Oltu’da bugün Büyükşehirlerde olduğu gibi evden eve nakliyat işi yapan lüks firmalar yoktu. Eşim karton kutular getirmişti ben eşyalarımızı sarıyor kutulara topluyordum. Bu defa keçileri kaçırmamıştım. Otobüs biletlerimizi bile bir ay öncesinden almıştık. Araba alacak kadar maaşımız olmadığı için arabamızda yoktu tabiî ki. Rahatsızlanmıştım gitmeden birkaç hafta önce ve Erzurum Mareşal Çakmak hastanesine gelmiştik o gün. Hastaneye gelmiş olsak bile iki saat uzaklıktaki Erzurum’a gelmek bizim için Paris’e gitmek gibi bir şeydi.
Hastanede bir anda yer yerinden oynadı. Bütün doktorlar koşarak acil servisin önüne doğru gidiyorlardı. Kızım kucağımda ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. O kadar gençtim ki. Merakla o tarafa doğru gitmeye çalıştığımda uzaklaştırıldım. İçerden çıkan bir doktor kapının önüne çökmüş hıçkırıklarla ağlıyordu. Olamaz ben bugüne kadar böyle bir şey görmedim diye hıçkırıyordu. Kötü bir şey olduğunu anladım. Biraz sonra hemşirelerin kucağında kızım kadar bir bebeğin bağıra bağıra ağladığını gördüm. Sedyedeki annesiydi. Annesine doğru atılırken hemşire onu oradan uzaklaştırdı. Doktorlar telaş içerisinde bir o yana bir bu yana koşuyorlardı. Küçük kızın çığlıkları bir türlü dinmiyordu.
Olayın hikâyesini öğrendiğimde tüylerim diken diken oldu ve tarifi imkansız bir korku yaşadım. Bugün bile üzerinden neredeyse 20 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen hala hatırladığımda içimi acıyla dolduran bir hikayeydi bu.
Genç kadın benim yaşlarımdaydı. Eşi Üsteğmen Kars’ın bir ilçesinde bölük komutanıydı. Genç kadın hamile kalınca doğuma yakın Almanya’daki ailesinin yanına gitmiş ve doğumu orada yapmıştı. Bebek biraz kendini toparlayınca da eşinin yanına evine dönüyordu. Eşi de büyük bir heyecan ve özlemle Erzurum’a eşini ve bebeğini almaya gelmişti. Bizim gibi bir aileydi anlayacağınız. Onlarında araba alacak kadar paraları olmadığı için şehirlerarası otobüse binmişler evlerine giderken. Otobüsün yolu PKK lılar tarafından kesilmiş. O zamanlar yollarda kimliklerimizi saklardık. PKK lı şerefsizler üsteğmeni ve eşini arabadan indirmiş. Üsteğmenin henüz sağken eşinin gözleri önünde gözlerini oyup işkence ettikten sonra şehit etmişler. Genç kadını ve bebeğini eşinin başucunda bulmuş güvenlik güçleri. Kadın kendinde değilmiş bir gülüyor bir ağlıyormuş. Minik kızsa babasının cansız bedeninin yanı başındaymış. Hastanedeki bütün doktorlar bugüne kadar böyle bir cenaze görmediklerini ifade etmişler sonrasında.
Bizim gibi bir aileydiler. Hayatlarına yeni katılan minik bebekleriyle vatan toprağının beklide kimsenin gitmek istemeyeceği bir bölgesinde görev yapıyorlardı. Sorarım size kim kaç paraya gider oralara? Oturdukları yerden ahkâm kesen Ankara’dan ötesini görmemiş insan evlatları bunların kaçını yaşadınız ki konuşuyorsunuz? O gün Erzurum’dan evimize dönerken o iki saatlik yolculukta yaşadığım korkuyu kaçınız biliyorsunuz? O sedyedeki kadının yerine kendimi koymam hiç de zor değildi. Genç bir üsteğmen, bir genç kadın ve kucağımızda bir bebek. O gün otobüsten indirilen benim ailem olabilirdi. O sedyede ki genç kadın ben olabilirdim. Bütün bu duygular içerisinde evimize vardık. O gün zar zor, yalvar yakar aldığımız otobüs biletlerini iade ederek hemen iki tane uçak bileti aldık. Ama bu anı hayatım boyunca aklımdan çıkmayarak bende kocaman derin izler bıraktı. Ne zaman bir şehit haberi alsam gözlerimin önüne o ağlayan minik kız gelir. Bugün neredeyse şehit oldular diye provokasyonla suçlanan bu gencecik insanlar gelir.
Zordur oralarda yaşamak. Hayat zordur, şartlar zordur, doğa zordur. Çok şeyi özlersiniz. Sevdiklerinizi, ailenizi, sinemayı, tiyatroyu, alışveriş merkezlerini hatta hamburgeri bile. Zordur oralarda yaşamak, buradan sıcak boğaz manzaralı evlerinizden bakıp ahkâm kesmeye benzemez.
“Korkuyu bilmeden bol keseden sallayanlara…..” için 5 Yorum Yapıldı
Yazınız çok etkileyici Funda Hanım. 10 kere belki daha fazla okumuşumdur ve her okuyuşumda göz yaşlarımı tutamadım.Bir kere bile Ankara'dan öteye gitmedim Allah nasip ettiyse askerlik için giderim onun dışında da ne kadar ülkemin heryeri cennet de olsa bu terör belası yüzünden inanın Ankara'dan ötesi yok gibi zihnimde. Çok büyük acılar yaşamışsınız Allah'ım inşAllah daha büyük acılarla karşılaştırmaz sizi. Kendinize çok iyi bakın. Esenle kalın...
Cok teşekkür ederim
Agzınıza sağlık ne güzelde anlatmışsınız o yılları. Şimdi ülkeyi bölüp bölüp satmaya kalkanlar o yılları unutmasın
Funda Hanım Merhaba,
Sizi google'dan(Rahmetli annemin çok güzel yaptığı)haşhaşlı çörek tarifini ararken buldum. Bilgisayarıma da "funda'nın tarifi" diye kaydettim tarifinizi.
Sonra 1980 Siirt ve diğer yazılarınızı okudum. Annenizi anlattığınız yazılarda annemi, 1980 i anlattığınız yazınızda o günleri yaşadım.
Güzel ülkemizin güzellikleri ve acıları gözlerimi doldurdu.
Yazılarınız ve paylaşımlarınız için teşekkür ederim.
Size ve kızlarınıza güzel günler diliyorum.
Bu güzel yorumunuz icin cok tesekkur ederim