Lumiere kardeşler geliştirdikleri Sinematograf adlı aygıtla ilk kez hareketli görüntü elde ettiler. Bu olay sinemanın doğuşunu müjdeleyen en önemli gelişmeydi. Sinematograf elle çalıştırılabiliyor ve yaklaşık 10 kilogramlık ağırlığı sayesinde istenen yere taşınabiliyordu. Sinematograf hem film çeken, hem de gösteren bir aygıt olduğu için ancak 15 metrelik film şeridi alabiliyordu. Bu yüzden ilk filmleri oldukça kısaydı.
İlk film Lumier kardeşler tarafından yapıldı.
Fransız lumiere kardeşler icatları olan sinematograf adlı aletle çeşitli basit ve kısa filmler çekmeye başladılar. Lumiere kardeşler ilk gösterimlerini 28 aralık 1895 tarihinde Paris’te Grand Cafe’de gerçekleştirdiler. Bu ilk gösterimde bir trenin gara girişi gösterilmiştir. İnsanların çoğu bu filmi seyrederken korkup salonu terk etmeye çalışmıştır.
Lumiere’lerin sinematografları saniyede 16 kareyi perdeye yansıtmaktaydı. Film gösterimleri uzun bir süre bu şekilde gösterilmiştir. Yani şimdikinden daha hızlı bir şekilde.
Lumiere’ler genel olarak bakıldığında, sinemanın doğuşunda ve film çekme mantığının gelişmesinde en önemli rolü oynayan sinemacılardır. Fakat tarihteki pek çok yeni keşif sahibinin yaptığı hatayı yapmışlar, sinemanın ticari olarak bir şey kazandıramayacağını sanıp,sinemanın gücüne ve gelecekteki başarısına inanmayarak Sinematograf’tan vazgeçmiş ve onu başka ellere teslim etmişlerdir.
İlk kurgulu film…
Dünyadaki ilk filmler belli bir tarihe kadar sıklıkla ufak hikâyeler anlatan ve tek plan olarak çekilen filmlerdir. İlk kurgulu film Fransız Melies tarafından 1903 çekiliyor ( Le Voyage Dans La Lune ) . Filmde Melies Ay’a seyahatı anlatmıştır.
The Birth Of A Nation (Bir Ulusun Doğuşu)
Gerçek anlamda çekim tekniklerinin kullanıldığı film ise David Griffith tarafından 1915 yılında çekilmiştir. Oldukça uzun olan bu film amerikan ulusunun doğusunu anlatmaktadır. Kamera açıları yakın plan çekimleri dış ve iç plan çekimleri farklı yapım teknikleri bir arada kullanılmıştır.
Tabi ki ilk yıllarda sinema bugünki kadar popüler bir sanat türü değildi. İlk yıllarda sinema sirk gibi ya da panayır gibi mekanlarda genellikle yoksul halkın izlediği bir eğlencelik olarak görülüyordu. Sanatçıları genelde sokak tiyatrolarından gelen oyunculardı. Dolayısıyla sinema sanatçısına da pek iyi gözle bakılmıyordu.
1920 lerle birlikte sinemanın gücü ve potansiyeli fark edilerek özellikle Amerika’da çok sayıda stüdyo ve yapım şirketinin kurulmasıyla birlikte sinemanın önemi arttı. İlk sinema yıldızları da bu dönemde karşımıza çıktı. Tabi bu dönemde sadece Amerika değil Avrupa’da sinema açısından önemli gelişmeler gösterdi.
Fransa’da doğrudan sanat sineması olarak adlandırabileceğimiz filmler yapılmaya başlandı. Almanya’da ilk sanat sineması olarak kabul edilebilecek dışa vurumcu film örnekleri yapıldı. İngiltere’de de bu dönemde ilk belgesel örnekleri karşımıza çıktı. İşte bunlardan biride Nanook Of The North (Kuzeydeki Nanook) isimli belgeseldir.
O yıllarda Türkiye’de ki durum.
Türkiye’ye gelecek olursak ilk film gösterimi, Bertrand adlı bir Fransızın II.Abdülhamit zamanında, 1896’da, Saray’da yaptığı gösterimler ile başlamıştır. Halka açık ilk gösteri ise 1896-97 yıllarında Galatasaray’daki avrupa pasajı karşısında Sponeck birahanesinde, Sigmund Weinberg tarafından gerçekleştirdi.
Elektrik olmadığı için, petrol lambasının pek de hoş olmayan kokusu eşliğinde neler yaşanmadı ki bu ilk gösterimde. Karşılarındaki dev ekranda hareket eden, yemek yiyip, uyuyan insanları görenler bunu şeytan icadı olarak niteleyerek, Tanrı’ya karşı işlenmiş büyük bir günah olduğunu söylediler.
Tüm bu karşı çıkmalara rağmen sinemanın büyüsü insanları sarıp sarmalamakta gecikmedi. Sponek Birahanesi’nin ardından Şehzadebaşı Feyziye Kıraathanesi, Tepebaşı Tiyatrosu ve Odeon Tiyatrosu başta olmak üzere İstanbul’un pek çok yerinde film gösterimleri yapıldı.
Weinberg’in Osmanlı’da imza attığı ilkler olarak sinema, gramofon ve de uzun metrajlı film denemesi sayılabilir.
Bir sonraki yazımda Türk sinemasının doğuşunu anlatacağım.