Peki ya renk?
Rengin bir görüntü öğesi olarak sinematografik anlatıma etkileri sinema dili açısından çok önemlidir. Sinemanın tarihsel gelişimi içerisinde rengin sinemaya gelmesi de kaçınılmazdı.
Dünyada ilk renkli film denemeleri aslında ilk film denemeleriyle birlikte başlamıştır. Ya elle boyayarak yada 3 farklı renk kırmızı yeşil ve mavi filtrelerin kullanımı ile yapılmış çok ilkel örneklerdir. İlk gerçek renkli filmler kodak firmasının renkli filmler üretmesiyle başlamıştır.
Dünyadaki ilk renkli film Douglas Fairbanks The Black Pirate (1926, Albert Parker) dır.
Sessiz sinemanın en önemli ve en eğlenceli korsan filmlerinden biridir. Genç bir çocuğun (Douglas Fairbanks) babasını öldürüp evini yokediyorlar. Çocuk da korsanların arasına katılıyor ve büyüdüğünde “Kara Korsan” lakaplı bir korsan oluyor. Bir yandan babasının intikamını almaya yemin eden Kara Korsan bir yandan da sevdiği kadın Isobel’in kalbini kazanmaya çalışıyor. Bu filmle Douglas Fairbanks zamanının en iyilerinden biri olduğunu kanıtlamıştır.
Türkiye de ise ilk renkli film 1953 de Muhsin Ertuğrul’un filmi “Halıcı Kız” dır.
Bu film Türk Sinema tarihinin ilk uzun metrajlı renkli filmidir. Bu filmle sinema tarihinde sponsor uygulaması da başlamıştır. Filmin, laboratuar ve kopya baskı işlemleri Almanya’da Bavaria stüdyoları’nda, yapılmıştır.
Film, Gül isimli bir kızın hikayesini anlatır. Isparta’da halı dokuma tezgahında işçilik yaparken patronun oğlu tarafından kandırılan gül, kurtuluş yolu olarak İstanbul’a gitmeye karar verir.
Sinemaya renginde gelmesiyle birlikte bu görsel sanat serüvenine tam gaz devam eder.
2 nci dünya savasından sonra Avrupa sinemasının savaş nedeniyle gerilemesiyle sinema alanındaki egemenlik amerikan sinemasına geçmiştir. Biz bu sinemaya Hollywood sineması adını veriyoruz. Bu dönemde çok sayıda Avrupalı yönetmende Amerika ya göç ederek burada film üretmeye başlamışlardır.
Hollywood büyük stüdyoları ile yıldızlarıyla ve büyük bütçeli filmleriyle 1950 lili yıllardan günümüze kadar dünya sinemasının eğemenligini elinde bulundurmaktadır.
Türk sineması 1950’li yıllara kadar Muhsin Ertuğrul’un önderliğinde tiyatro temelli bir yapıya sahipti. Sıklıkla istanbul şehir tiyatrosunun sahneye koyduğu oyunların filmleştirilmesiyle bu dönemde çok sayıda film yapılmıştır.
1950’ler ve 60’larla birlikte öncelikle Hollwood ardından İtalya gibi Avrupa Sineması etkileri Türk sinemasında görülmüş Ömer Lutfi Akad, Metin Erksan, Halit Refig gibi isimler bu tarzda filmler üretmişlerdir.
1960’ların 2 nci yarısınde genellikle Mısır, Ortadoğu ve Hint etkisiyle çekilen melodram tarzı filmler Türk sinemasında egemen olmuştur. Yine bu dönemde Türk sineması dünyada en çok film üreten (Hint ve Amerikan sinemasının ardından) film endüstrilerinden biri olmuştur.
Ancak 1970’lerle birlikte dünyada petrol krizi gibi krizlerin etkisiyle Türk sineması finans sıkıntısına girip ciddi bir kriz dönemi geçirmiştir. Bu dönemde sex filmleri olarak adlandırılan cinsel içerikli filmlerle gişe başarısı sağlanmaya çalışılmıştır.
1980’lere gelindeginde ise Türk sineması kendiside gerileme döneminde olan Hollywood’dan uzaklaşarak Avrupa sinemasının etkisinde filmler üretilen bir endüstri haline dönüşmüstür. Bu dönemde çekilen çok sayıda film Türk halkının toplumsal yapısına hitap etmediği için gişede başarızlığa uğramıştır. Bu dönemdeki başarısızlık sadece bununla değil, televizyonun toplumda gittikçe yaygınlaşmasıyla da ilişkili görülebilir.
1990’larda ise Türk sinemasının kendi küllerinden doğuşuna şahit oluruz. 1993 yılında çekilen “Eşkıya” isimli filmin 1 milyondan fazla seyirciye ulaşması Türk sinemasında yeni milat olarak kabul edilir. Bu filmin getirdiği gişe başarısından sonra çok sayıda daha yüksek bütceye sahip ve gişe garantisi olan filmler çekilmeye başlamıştır.
Eskıya’nın öyküsüne gelecek olursak. 35 yıl önce Cudi dağlarında bir grup eşkıya jandarma tarafından yakalanır. 35 yıl içinde eşkıyaların hepsi ya hastalıktan ya da hesaplaşmalardan ötürü can vermiştir. Biri dışında; Baran (Şener Şen). Baran 35 yıl sonra hapisten çıkınca ilk işi köyüne dönmek olur. Ama doğduğu topraklar şimdi baraj suları altındadır. Geçmişin izlerini sürmeye başlayan eşkıya, yıllardır bilmediği bir gerçeği öğrenir. Hapse düşmesine en yakın arkadaşı Berfo’nun (Kamran Usluer) ihaneti neden olmuştur. Berfo Eşkıya’nın çocukluk aşkı Keje’yi (Sermin Hürmeriç) satın alarak İstanbul’a kaçmıştır. Eşkıya ne İstanbul’u ne de Berfo’nun adresini bilmemektedir. Trende Beyoğlu’nun arka sokaklarında büyümüş, pavyon, kumarhane, uyuşturucu muhabbetinin içinde yaşayan genç bir adamla; Cumali (Uğur Yücel) ile tanışır.
80’lerde yılda yaklasık 15 film üreten Türk sineması 2000’lere geldiğimizde yılda 40 civarı film üretir hale gelmiştir.
Lumiere kardeşler’in hem alıcı, hem de gösterici olan sinematograf’ından bu yana kameralar ve film teknolojisi önemli değişiklikler geçirdi. 21 nci yüzyılda sayılsal teknolojinin tüm medyayı etkilemesi ile birlikte sinema endüstrisinin de etkilenmemesi mümkün değildi. Bugün izlediğimiz pek çok filmi bu teknoliji ile üretilen, özel efekt ağırlıklı çağın teknolojisini yakalamış filmlerdir. Ve bu görsel şölen gün geçtikçe artan bir ivme ile hayatımızda ki önemli yerini korumaya devam etmektedir.