Tarih 29 Şubat’ı gösteriyordu. Başım önümde doktorun odasından çıkarken ömrümün belkide en zor bekleyiş süreci başlamıştı. Ölümü bekliyordum…
Her an olabilir demişti doktor, en fazla bir hafta ya da onbeş gün. Bunu söylerken yüzünde üzgün bir ifade var mıydı ya da ben öyle olmasını mı ummuştum bilemiyorum. Bildiğim tek şey artık ölümü beklediğimdi; üstelik en sevdiğimin ölümünü.
Çıkışta kapının önüne oturuverdim. Usulca bir sigara yaktım. Serin ve kuru bir Ankara havasıydı. Rüzgâr hafifçe saçlarımın arasında dolanıyor. Acil servisin kapısında telaşlı bir kalabalık girip çıkıyordu. Oysa ben hiçbir şey duymuyordum. Kulaklarımda sadece doktorun o metalik tek düze sesi yankılanıyordu. “Elimizden gelen her şey yapıldı. Süreç oldukça hızlı ilerlemiş. Yapabileceğimiz hiçbir şey kalmamış.” Benim itiraz dolu çığlıklarım, çaresizce çözüm arayışlarım arasında o hep aynı şeyi söylüyordu. Otobüste geçen altı saatlik ne oldu, neden böyle oldu sorularıyla dolu geçen bekleyiş sürem, başka acı dolu bir bekleyişe yerini bırakarak nihayetlenmişti. Otobüsten iner inmez soluğu doktorun yanında almış, henüz güzel gözlümün yanına gitmemiştim. Şimdi olduğum yerde kalıvermiştim. Nasıl gidecektim yanına? Ne söyleyecektim? Çaresiz yaşlar süzüldü yanaklarımdan. Bu bekleyiş en acısıydı.
Odasına girdiğimde koşup boynuna sarıldım. Hasta yatağında gözleri ışıl ışıl beni bekliyordu. Onun bekleyişinde heyecan, özlem ve umut vardı. “Gördün mü kuzum seni yine getirdim buralara. Aramayın ben iyiyim dediysem de aradılar” diyordu. Hali iyiydi aslında biraz öksürük ve halsizlik dışında son derece iyi görünüyordu. “Kanım düşmüş yine kan verecekler çıkacağız” diyor, ölümü beklemiyordu…
Güzel gözlerine baktığımda, bu bekleyişin çaresizce, elimi kolumu bağlayıp değil, savaşarak geçeceğine karar vermiştim bile. İlk günler her şey daha iyiydi, uyumadığı zamanlar da sohbetler ediyor, gülüyorduk. O uyuduğu zaman bile uyumaya korkuyordum. Ölüm ya ben uyurken gelirse diye ödüm kopuyordu. Gözlerimde ki endişe ve gerginliği saklayamadığım zamanlarda odasının kapısının önüne çıkıp sessizce ağlıyordum. Onun yanında dimdik durabilmek için vitaminler alıyor; iki ya da üç gün uykusuzluğa direnebilmek için çözüm yolları arıyordum. Gündüzleri başka çözümler ve alternatif tedaviler bulabilmek için iki saat bilgisayar başına gittiğim zamanlarda bile kalbim korkuyla doluyor; endişe tüm benliğimi kemiriyordu adeta. En karanlık ve korku dolu bekleyiş bu bekleyişti.
Geceler çok zor geçiyordu. Herkes uyuyup da hasta koğuşunda sadece nefes sesleri duyulmaya başladığında, en ıstırap ve acı dolu saatlerim başlıyor; dışarıda şehir umursamaz, neşe dolu ve pırıl pırıl görünürken içimde beklenene duyduğum korku gitgide büyüyordu. Tırnaklarımın kenarını yemeğe o zaman başladım sanırım.
Hep bir şeyleri beklemiştim hayattan. Küçükken, büyümeyi; evlendiğimde, sevdiğimin eve dönüşlerini; iş hayatımda, mesai bitişlerini; ilk bebeğimi kucağıma alacağımı öğrendiğimde, onun yüzünü göreceğim günü beklemiştim. Ama ölümü ilk kez bekliyordum. İçimde gitgide büyüyen bir isyan ve çaresizlik duygusuyla, yere göğe sığamadan bekliyordum…
Bekleyişler vardır; hüzün kokar,
Bekleyişler vardır; fırtına çağırır,
Bekleyişler vardır; kelebekler kanat çırpar.
Aslında her birinin sadece bekleyenlerin gözlerinin anlattığı; hiç de farkında olmadığımız bir hikâyesi vardır.
“Ölümü Beklemek…” için 5 Yorum Yapıldı
Bazen düşünürüm. Böyle beklemek mi daha acı yoksa aniden geleni mi. Elbette her ikisi de çok ama çok zor. Boğazım düğümlenerek okudum:(
mrb funda hanım sizinle telefonda görüşmüştük 6 yaşında kızım için ziya bey hakkında bilgi almıştık.bir sorum olucaktı biz 2 kere kemoterapi gördük yine ziya bey bu tedaviyi uyguluyor mu yoksa kt hiç almamış olmak mı gerekiyor ilginize tşkrlr.
Genelde kemoterapi almış hastalara ilacı vermiyor çünkü kemoterapi bagısıklık sisteminin baskılanmasına yönelik çalışırken Anvirzel tam tersi istikamette çalışıyor durum böyle olunca fayda görmeyecegini düşünüyor. Fakat herşeye ragmen lütfen Mayıs ayında götürün bu seçenegi atlamış olmayın derim ben.
Ankara onkoloji , doktorun ilk sözü ; en fazla 3 ay , doktorun son sözü ; kendini tutma agla, utanma. erkekler hayatında 3 kere aglar derdi babam, birinci hakkımı kullandım o an annem için...
Gazi Tıp...şubat...heryer buz...ruhum gibi...11.kat...Onkoloji servisi...dayandık...direndik...iki koca sene direndik...herşeyi denedik...her ilacı...her bitkiyi...her kocakarı dedikodusunu...4 şubattı...o gitti...
en kötüsü de o günden beri ağlayamadım...ağladıysam da farkında olmadım hiç bir zaman...
bir hayali bir rüyayı bekler oldum...