Gökçe Ada- Ben Denize Aitmişim…

Ben denize aitmişim bir kez daha anladım.

Ne zaman denize yolculuk yapacak olsam içimi bir heyecan kaplar, yerinde duramayan bir küçük kız olurum. Yahut sevgilisine kavuşmayı yıllardır bekleyen bir deli aşık. Şükür ki artık İstanbul’da yaşıyor olmam sebebiyle bu özlemim eskiye göre çok daha idare edilebilir durumda. Hele gidilen yer Gökçeada gibi bakir sularsa bu heyecan iki katına çıkıyor. Benim tatil anlayışım beş yıldızlı otellerde havuz kenarları değil. Hımm bir an için düşününce oda fena olmaz ya 🙂 sponsor olacak otele bağlı. Şaka bir yana  doğa ile iç içe yaptığım tatiller beni inanılmaz mutlu etmiştir. Maceracı ve özgür bir ruhum var. Bazılarına göre çılgınlık olarak kabul edilen şeyler benim olmazsa olmazlarım arasındadır. Benim gireceğim deniz suyu bir kere soğuk olacak öyle hamam suyu gibi sudan hiç hoşlanmam. İkincisi taşlık, kayalık olacak mümkünse ilginç yosunlar isterim. Serbest dalış yaptığımda 8-10 metrede rif falan görmeliyim.  Bu yüzden Gökçeada tam benim amaçlarıma uygun bir yerdi.

Yolculuk Pazar günü büyük bir keyif ve neşe içinde başladı. Planlar yapılmıştı Tekirdağ’da köfte yenilecek Şarköy yolu kullanılarak deniz kenarından doğa ile iç içe gidilecek akabinde Kabatepe’den feribotla Gökçeada’ya geçilecekti. İstanbul’dan henüz 40 km kadar uzaklaşmıştık ki arabamızın kliması bozuldu. Biraz şansımızı zorladık klimasız gidebiliri miyiz ki acaba diye; fakat ne mümkün hava inanılmaz sıcak yolculuğun işkenceye dönüşmemesi için mecbur geri döndük. Suratlar iki karış klimamızı tamir edecek birini arıyoruz. Bu arada Atatürk Oto Sanayi 1 nci kısımdaki klimacı Zafer usta tekrar çok teşekkürler. 🙂 Tabiî ki günlerden Pazar olması münasebetiyle yedek parça ihtiyacı olan klimamız için yapılabilecek bir şey yoktu. Pazartesi sabahtan klimamızın arızası giderildikten sonra yola çıktık. Plana sadık kalıyorduk Tekirdağ’a ulaştığımızda köftesinin meşhur olduğunu duyduğumuz Ali baba köftecisini aramaya başladık. Aman dikkat yeni bir çevre yolu yapılmış özellikle uğraşmazsanız Tekirdağ’ın etrafından dolaşıp gidiveriyorsunuz. Sonra köfteci diye ağlarsınız karışmam. Bir Ali baba köftecisi bulduk sonunda 10 TL köftenin porsiyonu fiyatlar fena değil; fakat bir dekorasyon vardı içler acısı resmen. Belli ki çok para harcanmış ama bu kadar zevksiz bu kadar abartılı ve şaşalı olup da bu kadar basit duran bir dekorasyon daha önce çok az görmüştüm doğrusu. Fakat köfte güzeldi tavsiye ederim. 🙂

Daha sonra doğa yolu diye adlandırdığımız Şarköy’den geçen deniz kıyısından müthiş manzarası olan yola girdik. Biz girdik sakın siz girmeyin :) .  Yolun yaklaşık 10 km si tamamen toprak arabamız mahvoldu. 4 çeker bir arabanız varsa sorun olmaz ama normal bir binek arabasıyla girilecek yol değil. Daha kısa gibi görünüyor fakat gidemediğiniz için çok daha uzun sürüyor yol. Bu arada Kabatepe’den kalkan feribot saatlerini örgendik ve saat 4 de kalkacak olan feribota yetişmek için uçarak geldik. Siz bunu da yapmayın tabiî ki biraz erken çıkın ya da bir sonraki feribota kalın relax olun yani. 4 e çeyrek kala feribottaydık fakat feribot tamamen doluydu  sonraki feribotta saat 19.00 daydı.  Bomboş bir üç saatimiz vardı hava 42 derece ve inanılmaz sıcaktı. Bu üç saati denize girerek değerlendirelim dediysem de grubun diğer mızmız üyeleri bana uymayıp orada bulunan kafeterya da pineklemeyi tercih ettiler. İyi ki de öyle yapmışlar :). Daha ne olduğumuzu anlayamadan feribot geldi saat 18.00 gibi tabi hemen arabalara gittik ve feribota 7 inci sırada bindik. Önümüzdeki arabanın sahipleri halen ortada yoktu feribot yavaş yavaş doluyor. Orda 6 ncı sırada olan araba öyle bekliyordu. Feribotun tepesinden uzaktan altında mayo çıplak ayakla koşan birini gördüm. Kesin o arabanın sahibiydi. Öylede çıktı. Neredeyse dolmak üzere olan feribota son dakikada mayoluda olsa binmeyi başarmıştı. Peşinden ellerinde çantaları mayolarıyla koşan 3 kişi daha vardı. Çok güldük. İyi ki yüzmeye gitmemiştik. Sizde sakın aman zaman var nasılsa filan diye yüzmeye niyetlenmeyin. Feribot 1-1,5 saat erken geliyor. Yolculuk yaklaşık 1.5 saat sürüyor. Uzaktan görünen Gökçeada silueti muhteşem bir his yaratıyor insanın içinde. Nihayet adadaydık önce karnımızı doyurduk sonra da kalacağımız yer olan Türkiye’nin en batı noktasına gizli limana doğru yola çıktık. Ada deyip geçmeyin Gökçe ada dünyada suyu kendi kendine yetebilen nadir adalardan birisi ve oldukçada büyük bir ada içinde birisi baraj gölü biride tuz gölü olmakla birlikte 3 adet gölü var. Baraj gölü  Gökçeada’nın içme ve kullanma suyunu karşılıyor. Altından kaynayan sularla beslenen bu baraj gölünde 40 kg. mı geçen Aynalı Sazanların yaşadığı rivayet edilmekte.

Güneş henüz batmaktaydı ve Gökçeada müthiş görünüyordu.

Biz sağlık bakanlığının tesislerinde kaldık fakat gerek pansiyonlar gerekse apartlar oteller fiyat olarak oldukça uygun. Deniz seçenekleri ise hemen her zevke hitap edecek şekilde. Kum isteyene Laz koyunda güzel bir kumsal taşlık isteyene yıldız koyunda harika bir doğa akvaryumu sizleri bekliyor. Birbirinden güzel bir sürü koy var hele serbest dalış yapıp maske ve şnorkel kullanacaksanız yıldız koyu tam size göre baş döndürücü bir mekan. 5-6 metre derinlikte kocaman denizyıldızları vatoz mürekkep balığı ve türlü türlü deniz canlısına rastlamak mümkün. Tecrübelerimle sabittir hepsini gördüm.Deniz benim evim gibidir saatlerce suda kalır ancak çok üşüdüğüm zaman sudan çıkarım. Sevgili eşim bir gün gidip bir daha dönmeyeceğimi düşünse de bugüne kadar ki tüm deniz yolculuklarımdan geri döndüm. Bir gün ölüm geldiğinde mümkünse gerçekten denizde ölmek isterim…

Gökçe ada doğasıyla tertemiz koylarıyla olduğu kadar damak tadıyla da cidden muhteşem bir ada. Oğlak yemeden sakın gelmeyin. Oğlağı bademli köyünün içindeki Gül kasabına sipariş verin (286 897 61 44) mutlaka Bilal bey bu konuda süper , özel hazırladığı sosuyla size tepsi içerisinde öyle bir lezzet ikram ediyor ki akıllara zarar üstelik fiyatta harika İstanbul’da kilosunu 40 liraya yediğimiz kuzu ve oğlak etini 24-25 lira arası satın alabiliyorsunuz üstelik doğal, üstelik kekik kokulu.

Sağlık bakanlığının tesislerinin kumsalından biraz ilerlediğinizde kil dağlarıyla karşılaşıyorsunuz. Yo yo yanlış duymadınız kil dağları dedim. Bildiğiniz doğal kil ilk günler çamura bulanmış insanları gördükçe ya bunlar nerden geliyor ne yapıyor diye merak içinde bakınırken daha sonra keşfettiğim kil dağları cidden muhteşemler. Hani cildimiz güzel olsun diye para verip satın aldığımız o kil maskeleri var ya  onun en doğal hali ve bir sürü tepecik şeklinde karşımda duruyordu tabi hemen itibar etmedik önce bir sürünüp sonucu görelim dedik. Sonuç cidden muhteşemdi yumuşacık ve pürüzsüz bir tene sahip oluvermeniz içten bile değil. Laf aramızda kocaman bir poşet yanımda da getirdim. Islatıp ıslatıp hala kullanıyorum. Daha sonra öğrendiğime göre Aydıncık’da (Kefaloz) yine Tuz Gölüne girerek çamur banyosu yapıp cildinizi güzelleştirebiliyormuşsunuz. Eklem, romatizmal, cilt ve börek rahatsızlıklarınıza çok iyi geliyormuş.

 

Gökçeada da güneşin denizin içine batışını görebilirsiniz. Az ilerinizde kocaman kırmızı bir top sulara gömülüyor sanki muhteşem bir manzara. En iyi izleme noktası Kale köy sahil ya da Türkiye’nin en batı noktası olan Uğurlu köyü olabilir.

Bakir yerleri, bakir denizleri seviyorum. Ne kadar az kaldıklarını görünce de üzülmeden geçemiyor insan. Gökçe adaya bundan iki yıl öncede gitmiştim. O zamanlar Yıldız Koyu’nun girişinde mili park olduğuna dair kocaman bir ibare vardı. Bu sene ise o tabelanın yerinde yeller esiyordu ve yıldız koyu halk plajı gibi oluvermişti. Koyun güzelliklerini eskiden ayağınızı suya sokar sokmaz görmeye başlıyordunuz; şimdiyse epeyce bir açılmadan göremiyorsunuz. Fakat hala güzel, hala bakir. Tatil planı yapmadan önce bu seçeneği de mutlaka değerlendirin derim ben. Amerika yazımda görüşmek üzere  sevgilerimle kalın.:)

İlk yorum sizden

E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır. (*) Doldurmak zorunludur.